İçeriğe geç

Güvence Hesabına kimler başvurabilir ?

Güvence Hesabına Kimler Başvurabilir? Bir Filozofun Bakışıyla Adaletin Anatomisi

Bir filozof için her kavram, yalnızca hukukun ya da ekonominin konusu değildir; her düzenleme, insanın varoluşuna dair derin bir soruyu da içinde taşır. “Güvence Hesabı” dediğimiz şey, yüzeyde bir sigorta mekanizması gibi görünür: zarar görenin, bir kusur karşısında hakkını koruması için kurulmuş bir sistem. Ancak daha yakından bakıldığında bu, etik bir meseleye, hatta bir ontolojik düzeneğe dönüşür. Çünkü burada konuşulan, “insanın güvenme hakkı”dır.

Bu yazıda “Güvence Hesabına kimler başvurabilir?” sorusuna salt hukuki değil, aynı zamanda felsefi, epistemolojik ve toplumsal bir bakışla yaklaşacağız. Zira güven, yalnızca bir sözleşme değil, bir varlık hâlidir.

Etik Perspektif: Adaletin Eşit Dağılımı mı, Haklıya Hak Etmek mi?

Etik, birey ile toplum arasındaki görünmez bağları kurar. Güvence Hesabı da bu bağın somutlaştığı yerlerden biridir. Sigortasız bir aracın neden olduğu zararlarda mağdur olan kişi, zararın tazminini almak için başvurabilir. Yani sistem, kusurlu olanı değil, mağdur olanı korur. Burada adaletin klasik tanımı olan “herkese hakkını vermek” ilkesi yeniden yorumlanır: çünkü mağdurun hakkı, sistemin ahlaki temelini oluşturur.

Felsefi olarak bu durum “ahlaki denge” kavramını gündeme getirir. Kant’ın ahlak yasasında olduğu gibi, burada da bir “evrensel ilke” işler: bir birey kusurlu davranmışsa (örneğin sigortasız araç kullanmışsa), sistem onu doğrudan cezalandırmak yerine mağduru koruyarak dolaylı bir etik düzeltme yapar. Bu yönüyle Güvence Hesabı, devletin vicdanıdır; adaletin kurumsal yüzüdür.

Ama şu soruyu sormak gerekir: Bir toplumda güveni sağlayan şey yasa mıdır, yoksa vicdan mı? Güvence Hesabı’nın varlığı, bize şunu gösterir — güven, yalnızca bireyler arası değil, birey ile devlet arasındaki bir sözleşmedir.

Epistemolojik Perspektif: Bilginin Güvencesi ve Belirsizliğin Yönetimi

Epistemoloji, yani bilginin doğası, burada da karşımıza çıkar. Zira Güvence Hesabı’na kimlerin başvurabileceği bilgisi, yalnızca yasal metinlerde değil, toplumun bilinç düzeyinde de şekillenir.

Birçok kişi, zorunlu trafik sigortası bulunmayan araçların neden olduğu kazalarda bu hesaba başvurabileceğini bilmez. Bilgi eksikliği, hakkın kullanılmasını engeller. Böylece bilgi, güvencenin önkoşuluna dönüşür.

Epistemolojik açıdan şu soru ortaya çıkar: Bir hakkı bilmeyen kişi, o hakka gerçekten sahip midir?

Bu, hukuk ile bilginin kesişim noktasında duran bir paradokstur. Hak, var olduğu kadar bilinmelidir de. Tıpkı Platon’un “bilgi erdemdir” önermesi gibi, Güvence Hesabı’na başvurabilmek de bilgiye ulaşabilmeyi gerektirir. Devletin görevi yalnızca hakkı tanımlamak değil, o hakkı bilinir kılmaktır.

Bu noktada bilgi, adaletin en sessiz aracıdır. Çünkü bilmeyen, başvurmaz; başvurmayan, hakkını alamaz; hakkını alamayan, sistemin dışında kalır. Ve böylece epistemolojik bir eşitsizlik, etik bir adaletsizliğe dönüşür.

Ontolojik Perspektif: Güvencenin Varoluşu ve İnsan İradesi

Ontoloji, varlığın doğasıyla ilgilenir. Peki, bir “hesap” nasıl var olur? Güvence Hesabı, sadece bir fon değil, insanın güven ihtiyacının kurumsal biçimidir. İnsan, belirsizlik karşısında bir dayanak arar; ölüm, kaza, kayıp gibi olguların karşısında bir “güvence” ister. Bu yüzden bu hesap, yalnızca ekonomik değil, varoluşsal bir temele dayanır.

Güvence Hesabı’na kimler başvurabilir?

— Sigortasız bir aracın çarpması sonucu zarar görenler,

— Aracı tespit edilemeyen kazalarda mağdur kalanlar,

— Sigorta şirketi iflas edenlerin zararını karşılamak isteyenler.

Yani bu sistemin öznesi “kusurlu olan” değil, “kırılgan olan” insandır. Bu, ontolojik açıdan önemlidir; çünkü insanın kırılganlığı, kurumların doğmasına neden olur. Toplumun düzeni, bireyin zayıflığında başlar. Güvence Hesabı, bu kırılganlığın tanınmasıdır — modern çağın “dayanışma ahlakı”nın bir yansıması.

Modern Toplumda Güven: Devlet, Birey ve Sorumluluk Üçgeni

Güvence Hesabı’nın varlığı, birey ile devlet arasındaki etik bir dengeyi temsil eder. Birey kendi kusurundan doğan zararı karşılayamıyorsa, devlet araya girer. Ancak bu müdahale, sorumluluğun ortadan kalktığı anlamına gelmez. Tam tersine, sistem bireye “sorumlu olma bilinci” kazandırır.

Bir filozof için burada önemli olan şey, şu temel sorudur:

Güvence mi özgürlükten gelir, yoksa özgürlük mü güvenceden?

Toplumun güvenli alanları —sigortalar, fonlar, sosyal yardımlar— bireyin özgürlüğünü destekleyen yapılar hâline gelir. Ama bu yapıların varlığı, aynı zamanda bireyin sorumluluk bilincini de sınar. Güvencenin varlığı, öznenin ahlaki gelişimini desteklemelidir; onu tembelleştirmemelidir.

Sonuç: Güvence, Bilgi ve Vicdan Üçgeninde İnsan

Güvence Hesabı, bir hukuk mekanizmasından çok daha fazlasıdır. O, toplumun etik belleğidir; adaletin, bilginin ve varoluşun kesişiminde duran bir semboldür. Başvurabilen kişiler listesi, aslında insanın korunma hakkının sınırlarını da çizer.

Ama asıl mesele, şu sorularda gizlidir:

– Hakkımızı bilmeden güvende olabilir miyiz?

– Güvence, vicdanın yerini alabilir mi?

– Devletin güvencesi, bireyin sorumluluğunu nasıl dönüştürür?

Bu sorular, yalnızca hukukun değil, insanın kendisini anlamasının da anahtarıdır.

Etiketler (SEO için): Güvence Hesabı kimler başvurabilir, Güvence Hesabı nedir, etik ve adalet, ontoloji epistemoloji, felsefi hukuk yazısı, hak, bilgi, güven

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
prop money