İktisat Sayısal mı Sözel mi? Bir Felsefi Bakış
Bir sabah uyanıyorsunuz ve dünya dönmeye devam ediyor. Ama bir dakika… Bu hareketin ardında ne var? Sayılar mı, yoksa kelimeler mi? Herkesin hayatını etkileyen iktisat, kendisini sayılarla mı yoksa sözcüklerle mi tanımlar? Ekonomiyi anlamak ve açıklamak, dünyanın karmaşık işleyişini anlamak kadar derin ve incelikli bir sorudur.
Bu soruyu sormak, daha derin bir felsefi sorgulamanın kapılarını aralar. Etik, epistemoloji (bilgi kuramı) ve ontoloji (varlık bilgisi) gibi felsefi alanlar, iktisat biliminin temellerini ve bu temellerin ne kadar sayısal ya da sözel olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir. Ancak burada da bir çıkmazla karşılaşırız: Ekonomi, nicel ölçümlerle mi daha doğru anlaşılır, yoksa toplumsal ve insani boyutlarını kelimelerle mi anlatmalıyız? Bu yazıda, bu iki bakış açısını farklı felsefi perspektiflerden ele alacak ve günümüz iktisat bilimiyle ilişkisini sorgulayacağız.
Ontolojik Perspektif: İktisat Gerçekten Sayılarla Mı Tanımlanır?
Ontoloji, varlık bilimi olarak tanımlanabilir; yani “ne vardır ve bu varlıkları nasıl anlayabiliriz?” sorusunu sorar. İktisatla ilgili ontolojik sorular, ekonominin doğası üzerine yoğunlaşır: Ekonomi, gerçekten sayılarla mı tanımlanmalıdır, yoksa toplumsal ilişkilerin bir yansıması olarak mı ele alınmalıdır?
İktisat, genellikle sayısal verilerle ilişkilendirilir. Ancak bu bakış açısının dayandığı varsayım, ekonominin tamamen sayısal bir yapı olduğu ve tüm toplumsal, kültürel, insani faktörlerin hesaplamalarla açıklanabileceğidir. Örneğin, iktisadi büyüme oranları, işsizlik oranları ve diğer ekonomik göstergeler, ekonominin sayısal bir ölçüde olduğunu ima eder. Bu sayısal yaklaşım, pozitivist bir bakış açısıyla özdeşleşir. Pozitivizm, bilimsel bilginin yalnızca gözlemlenebilir ve ölçülebilir verilerle şekillenmesi gerektiğini savunur.
Ancak, iktisat sadece sayılarla tanımlanabilir mi? 20. yüzyılın önemli filozoflarından biri olan Hans-Georg Gadamer, insanın toplumsal ve kültürel bağlamda var olduğunu savunur. Ona göre, ekonomi de toplumsal bir bağlamdan soyutlanamaz. İktisadi gerçeklik, yalnızca sayısal verilerle değil, aynı zamanda insan deneyimleri, toplumsal ilişkiler, değerler ve anlamlarla şekillenir. Ekonomiyi, sadece sayıların anlattığı bir olgu olarak görmek, bu bağlamları göz ardı etmek demektir.
Epistemolojik Perspektif: Bilgi ve Ekonomi
Bilgi kuramı (epistemoloji), doğru bilginin ne olduğunu ve nasıl elde edilebileceğini sorgular. Ekonomi bilgisi, sayısal verilere dayandığında ne kadar doğru ve güvenilirdir? Sayılarla oluşturulan ekonomik modeller, ekonomik gerçekliği ne kadar yansıtır? Burada devreye Karl Popper gibi filozoflar girer. Popper, bilimsel teorilerin test edilebilir ve yanlışlanabilir olması gerektiğini savunur. Ekonomi de, teoriler ve modeller üzerinden test edilerek gelişir.
Ancak, sayısal modellerin sınırlılıkları vardır. Örneğin, ekonominin dinamiklerini tamamen matematiksel modellere indirgemek, insan davranışlarının ve toplumsal etkilerin göz ardı edilmesine yol açabilir. John Maynard Keynes gibi iktisatçılar, bu sınırlamaları kabul eder ve ekonominin sadece niceliksel faktörlerle değil, aynı zamanda psikolojik ve toplumsal faktörlerle de şekillendiğini belirtirler. Keynes’in “psikolojik yatırımcılar” kavramı, insan duygularının ve toplumsal bağlamın ekonomik kararları nasıl etkilediğini vurgular.
Bilgi kuramı açısından, sayılarla yapılan tahminler ve modeller, ekonomiyi daha net bir şekilde açıklamak için kullanılsa da, aynı zamanda insanın özgür iradesi, duyguları ve toplumsal bağlamın etkisini göz ardı edebilir. Bu noktada, epistemolojik olarak iktisadın sadece sayılarla açıklanamayacağı sonucuna varabiliriz.
Etik Perspektif: Sayılar ve İnsanlık
Etik, doğru ve yanlışın, adaletin ve değerlerin ne olduğunu sorgular. İktisat, sayısal bir dil kullanırken, bu dilin insanlar üzerinde ne gibi etkiler yarattığını düşünmek önemlidir. Sayılar, insanlar için daha somut, daha objektif ve bazen daha kolay anlaşılabilir olabilir. Ancak, sayısal yaklaşım, ekonomik kararların toplumsal etkilerini gözden kaçırabilir.
Örneğin, yoksulluk ve gelir dağılımı gibi konular, sayılarla ölçülse de, bu durumların bireyler üzerindeki etkisi somut ve duygusal bir gerçektir. Ekonomik veriler, bir toplumdaki eşitsizlikleri gösterebilir, ancak bu eşitsizliklerin yarattığı insani travmalar ve toplumsal etkiler sadece sayılarla ifade edilemez. Burada, etik açıdan bir ikilem devreye girer: Sayılarla açıklanan bir ekonomik gerçeklik, toplumsal adaletin sağlanıp sağlanmadığını ne kadar yansıtır?
Amartya Sen gibi çağdaş iktisatçılar, ekonomik gelişmenin sadece sayısal büyüme ile ölçilemeyeceğini, insanların özgürlükleri ve yaşam kaliteleri ile değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Bu bakış açısına göre, iktisat yalnızca sayılarla ölçülen bir bilim değil, aynı zamanda etik bir sorumluluktur.
Sonuç: İktisat, Sayılarla mı Yoksa Kelimelerle mi Tanımlanır?
İktisat, ne tamamen sayısal ne de tamamen sözel bir alan olabilir. Felsefi bir bakış açısıyla, ekonomi hem sayıların hem de kelimelerin birleşimidir. Sayılar, ekonomiyi anlamada güçlü bir araç olabilirken, kelimeler ve toplumsal bağlamlar, ekonominin insan boyutunu anlamamıza olanak tanır. Ekonomi bilgisi, her iki boyutun da dikkate alınarak gelişebilir. Ancak, sadece sayılarla açıklanan bir ekonomi, insanın içsel deneyimlerinden, duygularından ve etik değerlerinden soyutlanmış olur.
Günümüz ekonomisi, teknolojinin ve dijitalleşmenin etkisiyle daha sayısal bir dil kullanmaya yönelmiş olsa da, insanın toplumsal yapıları, değerler ve etik sorumluluklar bu dili anlamlı kılmak için her zaman gerekli olacaktır.
Derin Soru: Ekonomiyi daha iyi anlamak için neyi daha çok önemsemeliyiz? Sayıları mı, yoksa bu sayılarla açıklanamayacak kadar insani olan duyguları, toplumsal ilişkileri ve etik soruları mı? Ekonomi gerçekten yalnızca bir sayılar bütünü mü yoksa insanlığın bir hikâyesi midir?